Breton'un, '(Yürüyüş) İnsanı mutlu yaşam duyguları içinde yeniden oluşturur. Tam bir duygusallık isteyen derin düşünmenin etkin bir biçimine sokar insanı. İnsan bazen yürüyüşten değişmiş olarak döner ve çağdaş yaşamlarımızda ağır basan ivediliğe boyun eğmekten çok zamanın keyfini çıkarmaya eğilimli hisseder' sözleriyle başlayan yapıtı, yürümenin bütün yönlerine adım atıyor. Kentin bedeni, hayvanlar, adlar, yolculuğu yazmak, yürüyüşün tinsellikleri konu başlıklarından bazıları; Rousseau, Nietzsche ve Heidegger ise yürümek fiilinin felsefesi üzerinde duruyorlar.
Münevver SOYLU
Tarihte anlatıldığına göre Roma İmparatoru Sigismond, halka nutuk çekerken bir dilbilgisi hatası yapmış. Biri kendisini uyarınca şu cevabı vermiş: 'Ben Roma imparatoruyum, dilbilgisine de hükmederim.' David le Breton'un Yürümeye Övgü adlı kitabı bana bu deyimi anımsattı. Kitabının konusunu taştan çıkarabilen her insan kendi çapında Roma imparatorudur. Araştırmalarını gövde, ağrı, riziko, sessizlik temaları üstünde yoğunlaştıran Fransız Antropolog Breton'un bir önceki kitabı ise Acının Antropolojisi.Yürümeye Övgü bir kullanma kılavuzu ya da rehber kitap değil. Başı boş dolaşan aylaklar, evsiz barksızlar, kentte yaşayanlar ve yürüyüş geleneğinin temsilcilerinin deneyimleri eşliğinde her birinin dünyanın farklı bir boyutunu arşınlamalarının kitabı. Aceleci dünyamızda, tekdüze yaşam ritimlerimiz içinde insan, oturan veya taşıtlarla hareket eden bir varlık olmaya başlamıştır. Zaten ne kadar seyrek gideriz kırlara, bütün bir gün hele üst üste günler geçirdiğimiz daha da nadirdir. Kısa bir gezinti biçiminde de olsa bir manzaranın güzelliğiyle birleşen sessizliği tatmanın, kentin gürültüsünden ve gündelik yaşamın kaygılarından uzaklaşmanın tam bir dinlenme olduğunu yürüyenler bilir. Kitap yürümenin bütün yönlerine açılırken, kitap boyunca yol alan yazarlar da söze katılmış. Genç Kazancakis, İtalya yollarında yürümekten aldığı keyifle öylesine alt üst olmuştur ki, çok fazla rahatlık ve hafifliğin kendisini boğabileceğini düşünerek çok dar bir çift ayakkabı satın alır. Rimbaudon neredeyse bütün Avrupa ülkelerini yaya dolaşır. Bu öldürücü yürüyüşler sonucu bir bacağını kaybeder. Rousseau yalnız gezer, sabahın ilk adımlarına eşlik eden umudun ve düşüncenin, akşamın dinginliğinde huzurun ve doyumun keyifli anlarını, tükenmez bir gözlem ve düş kaynağı olan yürüyüşlerine borçlu olduğunu anlatır. Uzun bir inziva yaşamından sonra, geçip giden mevsimleri ve günleri seyreden Bashô, içini kemiren gitme arzusunu yenemez, yine yollara düşer. Stevenson ise işin başka bir keyifli boyutunu dile getirir, '...birçok tanınmış isim yürürken çok kötü şarkı söylediklerini ve bir dönemeçte birine rastladıklarında kıpkırmızı kesildiklerini itiraf etmişlerdir bana.'
KENT YÜRÜYÜŞLERİ...
Kimbilir kaç insan sahilde yürürken, gürültüyle gelen, kumsala narin köpükler saçan dalgaların sesini ruhunun derinliklerinde duymuştur. Onların boğuk yankılarıyla, gökyüzünden gelen mırıltılar bu kitabın sayfalarında birbirine karışır. Hiçbir duyuyu ihmal etmeyen bu eksiksiz duyumsallıkta, işin içine dünya karşısında alçakgönüllülük, teknolojiye, modern yolculuk araçlarına karşı bir kayıtsızlık ya da en azından nesnelerin göreliliği duygusu girer. David le Breton, çevresine bakıp içine dolanları açık seçik bir berraklıkla çizerken, kelime kelime kusursuz cümleler yontuyor. Uzak tepelerden bir tutam güneş ışığı, parıldayan bakır rengi buğday tarlaları, ıssız yollarda yaprakları havalandıran bir esintiyle duyulası cümlelerin sesi güçlü çıkıyor. Ayrıca gözleri görmeyen birinin tehlikesiz olduğunu bildiği bir yolu katetmesini, mahkûmların ince hesaplara dalarak hücrelerini arşınlamalarını, hastaları, parasızları, yaşamın temposuna yenilip yürümeyenleri hatta tembelleri de unutmamış.Yazarın 'asfaltta bitki topladığımız' dediği Kent Yürüyüşleri bölümünde, kentin yalçın kanatlarıyla genişleyen binaları arasında uzanan sokaklarındaki, ışığın altında gölgelerle lekelerle örülen farklı biçimlerdeki katman katman görüntülerini okurken kendimi, bir vapurun denizde bir başkasıyla karşılaşıp ardında bilinmedik üzüntüler bırakırken kenarından sarkan bir yolcu gibi hissettim.Sokaklarına aşina olduğumuz, kişisel öykülerimizin bulunduğu, tanıdıklarımıza rastlayabileceğimiz için ayrılamadığımız, sakinlerinin adımlarıyla, buluşmalarıyla, dükkânlarına, resmi dairelerine, istasyonlarına girip çıkmalarıyla varolabilen kent için W. Benjamin polisiye türünün kentte doğduğunu hatırlatıyorsa da kent âşıkları, bir kenti diğerinden ilk bakışta ayıran belirgin özelliklerin giderek kaybolmasına üzülürler. Her yerde aynı mağazalar, hemen hemen aynı restoranlar ve trafiğin zorlayıcılığıyla kentin eziciliğinden şikâyetçidirler.
TOPLUMSAL SAPMA