foto12.jpg
Biz Kimiz, Hakkımızda Fotoğraf, Fotoğrafçılık Dağcılık Doğa Yürüyüşleri, Trekking, Gezi Doğa, Çocuk ve Doğa, Ağaç Türleri, Böcekler ve Bitkiler Bisiklet, Parkurlar, Yazılar, Anılar Sponsorlar İletişim

Çocuğumla Doğadayız Çocuğumla Doğadayız

E-Posta:

Content on this page requires a newer version of Adobe Flash Player.

Get Adobe Flash player



   

Ana Sayfa > Doğa > Yazılar



Kuraklık ve Çölleşme - Afsad Doğa

001_copy.jpg
002_copy.jpg
003_copy.jpg
004_copy.jpg

006_copy.jpg
009_copy.jpg
010_copy.jpg
011_copy.jpg

013_copy.jpg
014_copy.jpg
015_copy.jpg
017_copy.jpg

018_copy.jpg
019_copy.jpg
020_copy.jpg
021_copy.jpg

022_copy.jpg
025_copy.jpg
026_copy.jpg
027_copy.jpg

028_copy.jpg
029_copy.jpg
030_copy.jpg
031_copy.jpg

032_copy.jpg
033_copy.jpg
034_copy.jpg
035_copy.jpg

036_copy.jpg
037_copy.jpg
038_copy.jpg
041_copy.jpg

042_copy.jpg
043_copy.jpg
044_copy.jpg
045_copy.jpg

046_copy.jpg
047_copy.jpg
048_copy.jpg
049_copy.jpg

051_copy.jpg
052_copy.jpg
053_copy.jpg
054_copy.jpg

055_copy.jpg
056_copy.jpg
057_copy.jpg
059_copy.jpg

060_copy.jpg
062_copy.jpg
064_copy.jpg
065_copy.jpg

corum2005_047_copy.jpg
IMG_0054_copy.jpg
IMG_0082_copy.jpg
IMG_0326_copy.jpg

MNTJ_copy.jpg

KURAKLIK VE ÇÖLLEŞME

 

 

Daha düne kadar 20. yüzyıla şöyle dönüp baktığımızda sanayi ve bilgi devrimlerinin yaşandığı belki de insanoğlunun en parlak atılımlarda bulunduğu yüzyıl olarak önümüzde durmaktaydı. Daha çok zaman geçmeden, 21. yüzyılın başlarında 20. yüzyıla şöyle bir dönüp baktığımızda ise insanoğlunun ve yaşadığımız dünyanın sonunu getiren bir yüzyıl olarak ne yazık ki görülmekte. 

 

BM uzmanlar grubunun bugünlerde açıklamış olduğu iklim değişikliği raporu; şu ana kadar yaşanmış olan en sıcak 6 yılın son yedi yıl içerisinde olduğu, buzullarda erimelerin hızla devam ettiği, küresel ısınmanın önümüzdeki 10–20 yıl içerisinde artarak devam edeceği, soğukların daha soğuk, sıcakların daha sıcak, doğal felaketlerin daha şiddetli ve daha sık olacağı gibi pek çok olumsuz değerlendirmeler içermektedir. En acı olanı ise küresel ısınmanın %90’ının insan kaynaklı ve artık dönülmez noktaya ulaşılmış olduğudur.

 

Gezegenimizi canlılar için yaşanır kılan üç temel nesne vardır. Bunlar atmosfer, su ve toprak. Küresel ısınma atmosferde yaşanmakta ama etkileri su ve  toprak üzerinde olmaktadır. Suyun üzerindeki ana etkisini, su kaynaklarının azalması ve kirlenmesi olarak ifade etmek mümkündür.

 

Dünyanın su miktarına söyle bir bakacak olursak; 1,4 milyar km3 olduğu bunun %97’sinin denizlerde ve okyanuslarda tuzlu su olarak bulunduğunu, tatlı su miktarının ise ancak %3 civarında olduğu, bunun %70’i kutuplarda buzul olarak bağlı durumda, %29,07 ‘si yeraltında ve ancak %03’ünün nehirlerde yer almakta olduğunu görürüz. Bu rakamlara bakıp küresel ısınmanın etkisi ile kutuplarda bağlı olan tatlı suyun insanoğlunun ve diğer canlıların kullanımına sunulabileceğini düşünmek ancak saflık olarak adlandırılabilir.

 

Ülkemizin su kaynaklarına şöyle bir baktığımızda ne görürüz? Sokaktaki vatandaşa soracak olursak Türkiye su zengini olan bir ülke peki ya gerçek durum nedir? Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü’nün verilerine göre; “Türkiye’de yıllık ortalama yağış yaklaşık 643 mm olup, yılda ortalama 501 milyar m 3 suya tekabül etmektedir. Bu suyun 274 milyar m 3 ü toprak ve su yüzeyleri ile bitkilerden olan buharlaşmalar yoluyla atmosfere geri dönmekte, 69 milyar m 3 lük kısmı yeraltı suyunu beslemekte, 158 milyar m 3 lük kısmı ise akışa geçerek çeşitli büyüklükteki akarsular vasıtasıyla denizlere ve kapalı havzalardaki göllere boşalmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen 69 milyar m 3 lük suyun 28 milyar m 3 ü pınarlar vasıtasıyla yerüstü suyuna tekrar katılmaktadır. Ayrıca, komşu ülkelerden ülkemize gelen yılda ortalama 7 milyar m 3 su bulunmaktadır. Böylece ülkemizin brüt yerüstü suyu potansiyeli 193 (158+28+7) milyar m 3 olmaktadır. Yeraltı suyunu besleyen 41 milyar m 3 de dikkate alındığında, ülkemizin toplam yenilenebilir su potansiyeli brüt 234 milyar m 3 olarak hesaplanmıştır. Ancak, günümüz teknik ve ekonomik şartları çerçevesinde, çeşitli amaçlara yönelik olarak tüketilebilecek yerüstü suyu potansiyeli yurt içindeki akarsulardan 95 milyar m3, komşu ülkelerden yurdumuza gelen akarsulardan 3 milyar m3 olmak üzere yılda ortalama 98 milyar m3, 14 milyar m3 olarak belirlenen yer altı suyu potansiyeli ile birlikte de ülkemizin tüketilebilir yerüstü ve yeraltı su potansiyeli yılda ortalama 112 milyar m3 olmaktadır.

 

Ülkeler su varlığına göre, yılda kişi başına düşen su miktarı 1000m3’den daha az olanlar su fakiri, 1000-2000m3 arasında olanlar su azlığı ve 8000-10000m3 arasında olanlar ise su zengini olarak sınıflandırılmaktadır. Ülkemizde kişi başına düşen su miktarının 1500m3 civarında olduğu gerçeğine bakacak olursak ne yazık ki su azlığı çeken ülkeler arasında yer almakta olduğumuzu rahatlıkla görebiliriz.

 

Devlet İstatistik Enstitüsü (DİE) 2030 yılı için nüfusumuzun 100 milyon olacağını öngörmüştür. Yağış miktarında bir artış olmayacağını düşünürsek, 2030 yılı için kişi başına düşen kullanılabilir su miktarının 1 000 m 3/yıl civarında olacağı söylenebilir. Mevcut büyüme hızı, su tüketim alışkanlıklarının değişmesi gibi faktörlerin etkisi ile su kaynakları üzerine olabilecek baskıları tahmin etmek mümkündür. Ayrıca bütün bu tahminler mevcut kaynakların 25 yıl sonrasına hiç tahrip edilmeden aktarılması ve en önemlisi küresel ısınmanın olumsuz etkilerinin yaşanmayacağı durumunda söz konusu olabilecektir. Dolayısıyla Türkiye’nin gelecek nesillerine sağlıklı ve yeterli su bırakabilmesi için kaynakların çok iyi korunup, akılcı kullanılması gerekmektedir.

 

Su azlığı çeken ülkeler arasında yer alan ülkemizdeki önemli konulardan bir tanesi de sulak alanların durumudur. Ülkemiz, 200 tanesi uluslar arası öneme sahip 500 civarında sulak alan varlığı ile Avrupa ve Ortadoğu’nun en zengin sulak alanlarına sahip ülkelerden bir tanesidir. Ancak bütün bu zenginliğimiz, 1950 yılında sıtma hastalığını önlemek ve daha sonrada tarım toprağı kazanmak amacıyla başlatılan kurutma çalışmaları ile 1.300.000 hektar civarında sulak alan kurutularak tahrip edilmiştir. Yeni tarım alanları kazanmak için yapılan bu çalışmalarda beklenen verim sağlanamamış, tuzlanma, turbiyerlerin yanması ve rüzgar erozyonu gibi nedenlerle kurutulan alanlar verimsizleştiği gibi, rüzgar erozyonun etkisi ile civardaki verimli tarım alanları da verimsizleşmiştir. Ayrıca su rejiminde meydana gelen bozulmalarla mevcut ekosistem bozulmuş ve bununla birlikte birçok canlı türünün nesli tehlikeye düşmüş veya tamamen yok olmuştur.

 

Küresel ısınma ve iklim değişikliğinin toprak üzerine etkisi ise verimli toprakların verimsizleşmesi, arazi bozunumu veya başka bir ifade ile çölleşme olarak karşımıza çıkmaktadır. Birleşmiş Milletler kaynaklarına göre, çölleşme dünyadaki 4 Milyar hektardan fazla alanı ve 110 ülkede yaşayan 1,2 milyar nüfusun yaşamını doğrudan tehdit etmektedir. Dünyamızın geleceği için tüm insanlığın ortaklaşa mücadele etmesini ve tedbirler almasını zorunlu kılan çölleşme; toprağın verimliliğini azaltmakta, bitki örtüsünün bozulmasına yol açmakta, gıda üretimini azaltarak kıtlığa sebep olmakta, göçlere, anlaşmazlıklara ve savaşlara ortam hazırlamakta, iklim değişikliğine karşı arazinin dayanıklılığını azaltmakta, ekonomik kaynakların azalmasına ve daha birçok olumsuzluklarla da insanlığı yüz yüze bırakmaktadır.

 

Birleşmiş Milletlerin hazırlamış olduğu raporlara, göre bugün 800 milyon insan açlık riski altındadır. 2100 yılına kadar sıcaklık 1,4-5,8 derece arasında artış gösterecektir. Ortalama sıcaklıkta meydana gelecek 2-3 derecelik artışlar 30-200 milyon insanın daha açlık riski altına girmesine sebep olacaktır. Sıcaklığın 3 derece daha artığında, 250-500 milyon insanın daha açlık riski altına girmesi anlamına gelmektedir.

 

Ülkemizin içinde bulunduğu Ortadoğu coğrafyası yarı-nemli, yarı-kurak, kurak ve çok kurak iklim rejimi içerisinde yer almaktadır. Ülkemizin coğrafi konum, iklim şartları ve çağlar boyunca çeşitli medeniyetlere ev sahipliği yapmış olması, topraklarımızı çölleşme ve kuraklığa hassas bir konuma getiren başlıca nedenlerdir.

 

Başta insanoğlu olmak üzere bütün canlıların yaşamsal olarak büyük ölçüde oluşumu büyük ölçüde yüzyıllar süren toprağa bağlıdır. Toprak olmadan bitki, bitki olmadan hayvanlar olmaz. İşte bu kadar bağımlı olduğumuz ülke toprağın %86’sında erozyon yaşanmakta ve bunun sonucunda, her yıl 500 milyon tondan daha fazlasını başka bir deyişle Kıbrıs adası büyüklüğündeki verimli alanları ülkemizdeki çölleşmenin en önemli sebeplerinden olan erozyonla kaybetmekteyiz. Kaybettiğimiz sadece toprak değil, 500 bin ton buğday ve 50 milyon ton sudur. Farklı bir ifade ile çölleşme ve kuraklık, işsizlik, göç, susuzluk, açlık ve medeniyetlerin yok oluşu demektir.

 

Ülkemizde çölleşmeyi ve kuraklığı artırıcı faktörlerin ortadan kaldırılmasına veya azaltılmasına yönelik programların uygulanmasında ve izlenmesinde, tüm ulusal ve uluslararası kurum ve kuruluşlar, sivil toplum örgütleri ve vatandaşların güç birliği oluşturarak, işbirliği halinde ve ortak projelerle hareket etmesi, gerekli tedbirlerin alınması bu hedeflere ulaşmamızda en önemli husustur. Ülkemizin ve bölgemizin iklim değişikliğinden en az etkilenmesi ve çöl olmaması için, bütün vatandaşlarımızın, bulunduğu yerdeki ormanı, ağacı ve merayı koruması, karbon emisyonunu artırmak için ağaçlandırma çalışmalarına gerekli desteğini vermesi, tarım alanlarının yok olmaması içinde tekniğine uygun sulama ve tarım teknikleri kullanılması ile mümkündür. Afrika da yaşanan kıtlığın ve yoksulluğun temel sebebi oradaki tarım, mera ve orman alanlarının yok edilmesi olduğu hiçbir zaman unutulmamalıdır.                                                                               

  

Erdoğan ÖZEVREN

Ağaçlandırma ve Erozyon Kontrolu Genel Müdürlüğü

Dış İlişkiler ve Çölleşme İle Mücadele Şube Müdürü

 

 Kaynaklar:

 
·        Çölleşme ile Mücadele Ulusal Eylem Programı,
·        Doğa Koruma ve Milli Parklar Genel Müdürlüğü Kaynakları,
·        Devlet Meteoroloji Genel Müdürlüğü verileri,
·        Birleşmiş Milletler Küresel Isınma Uzmanlar Grubu Raporları,

 

ÇEVRE FOTOĞRAFÇILIĞI VE BİR ÇALIŞMA ÖRNEĞİ

“ÇÖLLEŞME”

Tarık Yurtgezer

 
Bir fotoğrafa baktığımızda; konusuna göre doğa fotoğrafı, portre fotoğrafı, moda fotoğrafı vs. diyebiliyoruz. Ancak çevre fotoğrafı diye adlandırabileceğimiz bir fotoğraf türü yoktur. Ama çevre fotoğrafçılığı diye bir çalışma alanı vardır.

 

Çevre Fotoğrafçılığı, çevre konusunu bir bütün olarak ele alır ve içinde birbirleriyle bağlantılı olarak doğa fotoğrafı, sosyo-ekonomik tarzda belgesel fotoğraf, turizm fotoğrafı, endüstri fotoğrafı gibi fotoğraf tarzlarının yer aldığı bir yapıyı temsil eder. Çevre Fotoğrafçılığı bölge ve proje temelli çalışılan bir fotoğrafçılık alanıdır.

 

Örneğin, bölge olarak Konya kapalı havzasını ele alalım. Bu bölgenin en büyük çevre sorunu kuraklıktır. Yıllık ortalama yağış miktarının zaten düşük olması ve küresel ısınma nedeniyle yağışların azalması, kaçak kuyular ve aşırı kullanım nedeniyle yeraltı su seviyesindeki düşüşler ve dolayısıyla yağışların yanı sıra yeraltı sularıyla da beslenen sulak alanların yeraltı sularından daha aza yararlanmaları, bazı sulama amaçlı barajlar nedeniyle bazı sulak alanlara su girişinin engellenmesi, bu sulak alanların giderek yok olmaları, ayrıca bazı bölgelerde aşırı otlatma nedeniyle bitki örtüsünün cılızlaşıp yok olması ve çölleşme bölgenin en önemli tehditleridir. Tabi ki, bütün bunlardan etkilenen canlı yaşamı, biyolojik çeşitliliğin yok olması, dolaylı olarak da doğal kaynaklarını yitiren bölge insanının yoksullaşması bu tehditlerin sonuçlardır.

 

Bütün bu konuların bilgisine sahip olarak bu sorunları fotoğraflarla ortaya koymak çevre fotoğrafçılığı yapmaktır.

 

Tehlike altındaki, biyolojik çeşitlilik, sulak alanlar (doğa fotoğrafçılığı), kuraklığın bölgedeki tarım ve hayvancılık faaliyetleriyle karşılıklı ilişkisi (belgesel fotoğrafçılık), bölgedeki milli parkların, tabiatı koruma alanlarının rekreasyonel kullanım olanakları (turizm fotoğrafçılığı) çevre fotoğrafçılığı kapsamında birlikte ele alınıp değerlendirilir. Burada esas olan fotoğrafların birbiriyle ilişkili olarak bir hikâye anlatmasıdır.

 

Bölge temelli çalışma dışında bir konu temel olarak alınıp bir çalışma da yapılabilir. Örneğin, erozyon konusu farklı bölgelerde aynı şekilde bütünlüklü bir konu olarak çalışılıp ortaya konabilir.

 

Tabi, bütün bunları yaparken fotoğrafı bir belgeleme aracı olarak görmemek lazım. Eğer fotoğraflarımızla bir çevre sorununa dikkat çekmek istiyorsak o fotoğrafların insanları etkilemesi gerekir. Bu nedenle fotoğrafın temel estetik değerlerinden ödün vermeden yaratıcı fotoğraflar üretmeye bakmalıyız.

 

Burada bir çevre fotoğrafçılığı çalışmasına örnek olarak 2006 yılı Mayıs ayı içersinde Çevre ve Orman Bakanlığı ile Ankara Fotoğraf Sanatçıları Derneği (AFSAD) Doğa Fotoğrafçılığı Gurubu olarak yaptığımız ortak bir proje verilmiştir.

 

2006 Yılı BM tarafından “Dünya Çölleşmeyle Mücadele Yılı” ilan edilmişti. Bu nedenle Çevre ve Orman Bakanlığımız bir dizi etkinlik düzenlemişti. Bu etkinliklerden birisi de bir çevre sorunu olarak ülkemizdeki çölleşme olgusuna dikkat çekecek bir fotoğraf sergisi oluşturmaktı. Bu amaçla Derneğimize yaptıkları teklifi sevinerek kabul ettik. Bu konuyu işlemek için Konya Kapalı Havzasını seçtik. Aksaray, Karapınar (Konya) ve Beyşehir’de çekimler yapıldı. Üç gün boyunca yoğun bir şekilde alanda çalıştık. Akşam yemeklerimizi saat 22.30 civarlarında yiyebildik. Bu bölgenin dışında Nallıhan’da da ayrı bir çekim çalışması yapıldı. Bu çalışmaya AFSAD’dan benim dışımda üye arkadaşlarımız Hasan Atabaş, İnci Aloğlu, Taner Kıral, Mustafa Demirbaş, Erol Bektaş ve Zafer Kızılkan, atölye katılımcımız ve aynı zamanda Çevre ve Orman Bakanlığında şube müdürü olan fotoğrafçı arkadaşımız Zeki Güven ve aynı Bakanlıktan şube müdürü Erdoğan Özveren katıldı.

 

Çalışma boyunca bölgenin kuraklık sorununu, çölleşen bölgelerin durumunu, aşırı otlatmanın toprak yapısı üzerindeki etkisini, ağaçlandırma çalışmalarını, yok olmaya aday doğal güzellikleri ve yöre insanını gösteren fotoğraflar çektik.

 

Alan çalışmasını izleyen günlerde çekilen fotoğrafların değerlendirmesi yapıldı ve sergi için seçilenler ayrıldı. Bunlara kendi arşivlerimizden sağlıklı habitatların fotoğrafları da eklendi ki, sergiyi izleyenler bir karşılaştırma yapabilsin. Bunlardan başka Çevre ve Orman Bakanlığı arşivinden birkaç fotoğrafı da sergiye katarak 2006 yılının Haziran ayında Ankara Metrosunda Derneğimizin ve Bakanlığın ortak çalışması olarak bu sergiyi açtık. Daha sonra bu sergi Ülkemizin çeşitli illerinde ve bir uluslararası sempozyum nedeniyle Cezayir’de sergilendi.

Dış Bağlantılar




Tasarım: Studio Martin