foto6.jpg
Biz Kimiz, Hakkımızda Fotoğraf, Fotoğrafçılık Dağcılık Doğa Yürüyüşleri, Trekking, Gezi Doğa, Çocuk ve Doğa, Ağaç Türleri, Böcekler ve Bitkiler Bisiklet, Parkurlar, Yazılar, Anılar Sponsorlar İletişim

Çocuğumla Doğadayız Çocuğumla Doğadayız

E-Posta:


   


Ana Sayfa > Dağcılık > Faaliyet Raporları



Sıfırdan 5137'ye, Ağrı Dağı

Yazı ve Fotoğraflar : Sinan Tarakcı

 

Her şey Mayıs ayında Cem’in Ağrı Dağı ile ilgili hayalini anlatmasıyla başladı. Gerçi hala Cem için bir hayal ama bizim için gerçek .  Cem, Hatice, Adem, Deniz ve ben gitmeyi kararlaştırdık. 
Gideceğiz dedik ya dönmek yok. Bütün gün ofiste hareketsiz bir şekilde dur ve 5137 metreye çıkmak. Olacak işmi. Tabi boş durmak yok günde aksatmadan çift antreman  kondisyon depoladım. 


Tabi bu arada bizim diğer hazırlıklarımızda devam etti uçak bileti, hangi turla gideceğiz ve ne gibi ekipmana ihtiyacımız var gibi. Hatta bir turdan yaklaşık 4 saatlik bir brifing bile aldık. Uçak biletlerini öncelikli aldık ve daha sonra turuda seçtik. Turla görüşme yapacağımız gün yani 9 Temmuz günü gazetelerde bomba bir haberle bir anda ortada kaldık. Çoğu kişi için bir anlam ifade etmeyen haber bizi çok ciddi etkilemişti. 8 Temmuz günü 3200 metre kampından 3 Alman turist kaçırılmış ve dağ süresiz olarak tırmanışa kapanmıştı. Açıkçası terör mağduru olmuştuk.

 

 

 

Olayın şokuyla beklemeye geçtik. 20 Temmuz günü Alman turisler serbest kaldı. Bazı arkadaşlarımız dağın tırmanışlara tekrar açılacağı konusunda Ağrı valiliğiyle ve bölgedekilerle konuştu söylenen şuydu bu yıl artık dağ tırmanışa kapalıydı. Ağustos ayının ilk haftası biz planlarımızı Van ve çevresini gezmek şeklinde değiştirdik. Lakin yinede bir dağ tırmanışı yapalım fikrinden vazgeçmedik. 7 Ağustos günü hiç beklemediğimiz bir haber geldi dağ tırmanışa tekrar açılmıştı. 8 Ağustosta yerel bir turla konuşup turu ayarladık. Son dakikada turu ayarlamadan dolayı dağ tırmanışına giderken tek malzememiz ise el feneri ve bir mattan ibaretti.

 

 

10 Ağustos 2008: Pazar günü uçakla Van’a gittik ve aynı gün Doğubeyazıt’a geçtik. Yolda Tendürek dağının lav küllerinin olduğu geniş vadinin yanından geçiyoruz. Tek kelimeyle inanılmaz bir görüntü. Doğubeyazıt’a giderken Gemlikte şairin dediği gibi denizi göreceksin şaşırma ama ben dağı ilk gördüğümde şaşırmaktan ziyada bir korku başladı. Tanrım biz ne yapıyoruz. Ben böyle heybetli bir dağ beklemiyordum. Resimlerin aksine gerçek görüntüsü çok farklıydı.


Doğubeyazıt’ta bizi tur sorumlusu karşıladı ve kalacağımız İsfahan oteline bizi götürdü. Akşam diğer ekip üyeleri ile (7 kişilik bir ekiptik 3 Türk (kardeşim Deniz, kendisi 3200’den geri döndü sağlık sorunlarından dolayı, Adem ve ben) , 1 İrlandalı ve 3 Macar’dan oluşan)birlikte tanışma yemeği yedik. Büyük yürüyüş başlıyor.

 

 

11 Ağustos 2008: Sabah 0700 de yapılan kahvaltının ardında eşyalarımızı da alıp küçük bir minibüsle Ağrı dağının eteklerine yolculuğa başladık. Dağın eteklerinde yaklaşık 1700 metreden itibaren ilk kamp noktası olan 3200 metreye doğru hareket ettik. Minübüste giderken mümkün oldukça dağla göz göze gelmemeye çalıştım.


Arkadaşlarda sadece sırt çantası varken bende artı olarak fotoğraf makinası ve objektiflerin ve diğer fotoğrafçılık malzemelerinin yer aldığı çantayı taşıyordum. Gramın bile önemli olduğu böyle bir tırmanışta artı bir yük taşımak zorundaydım. Ağırlıktan, molalarda olduğum yere çöktüğüm bile oldu.

 

 

Direk olarak hissettiğimiz ilk şey havanın değişmesi ve yükseldikçe şartların zorlaşması. Ağrı dağı yapı olarak sönmüş volkanik bir dağ. Çevresinde ve üzerinde hiçbir ağaç veya benzer bir bitkiyi bulmak mümkün değil.  Göreceğiniz tek şey kaya ve kum. Yaklaşık 6 saatlik bir yürüyüşten sonra ilk kamp noktası 3200 metreye vardık. İlk iş kamp yerinde çadırlarımızı kurmak oldu. Sonrasında yarın yapılacak zorlu 4200 yürüyüşü ile ilgili değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abiye abi ben zirveye tırmanışını yapabilir miyim? Bende o potansiyeli görüyor musun diye sordum. Zeki ağabeyin ve diğer arkadaşların dediği pek mümkün görünmüyor şeklinde idi. Birçok kişinin zirve yürüyüşünü 4800 metreden sonra hatta 5000 metrede bile bıraktığını ifade etti. Zirve yürüyüşünden sonra  ne demek istediğini net bir şekilde anladım. Çünkü dağda belirtilen 100 metre sadece yükseklik gideceğiniz mesafe değil.

 

 

3200 kampında kalan sürede çevreyi gezip fotoğraflar çektim. Kampta İranlılar komşumuzdu. Dağcılığın İranlılar’ın ulusal bir sporu olduğunu burda öğrendim. Bir ara İran’lı bir bayan yanımıza gelip bizimle fotoğraf çekmek istedi. Devamında ben de iadeyi ziyarete gidip İranlı bayanla fotoğraf çektim. Sonrasında fotoğraf çekme faslımız komşularımızla yaklaşık 2 saat sürdü.

 

 

12 Ağustos 2008: Sabah gün ışığıyla uyanıp kahvaltı yapmamızın ardından çadırları toplayıp eşyalarımızı yüklenip  4200 metre kamp noktasına yürüyüşümüze başladık. 3200 dağda görebileceğiniz son yeşil ve düzlük alan. Sonrası sadece kaya ve yükseklere tırmandıkça daha da eğim artıyor.  Yaklaşık 5 saatlik bir tırmanışın ardında 4200 metre kamp alanına vardık. Toprak bir alan olmadığından kayaların üzerine çadırları kurduk. Rehberimizin belirttiği olabilecek en iyi yere çadır kurduğumuz şeklindeydi. Dağın normal zamanında buralarda yer bulmak çok zormuş.


 Bulutların üzerinde olmak sanırım bu olmalı. İklim ve hava basıncı tamamen değişti. Bende baş ağrısı ve buna bağlı olarak ateşim yükseldi. Ağustos ortasında kışlıkları giydik. 2 kere kar yağdığına şahit oldum, yağmur ve rüzgâr da cabası.  Açıkçası özellikle ağustos ayında kar yağdığını görmek ve kış yaşamak çok büyük bir keyifti. 4200 kampında yerleşimin ardında fotoğraf çekmeye devam.

 

 

Akşama doğru ertesi gün yapacağımız zirve tırmanışıyla ilgili bir değerlendirme yaptık. Rehberimiz Zeki abi sabah 0200 kalkarız ve 0230 gibi de zirve yürüyüşüne başlarız dedi. Açıkçası dinlerken şaka yapıyor sandım, ciddiymiş. Zirve yürüyüşünün erken başlamasının sebebi sabah gün ışığıyla birlikte zirvede olmak ve buzulda şartların gün içinde en iyi olduğu saatlermiş. Bir de olası hava şartlarında bir değişim olduğunda aydınlıkta geri dönüş için daha fazla gün ışığında vakit olması.

 

 

Günün kalan süresinde yanımıza almamız gereken malzemeleri hazırladık. Özellikle 5000 metreden sonra ayakkabımızın altına takmamız gereken kramponları hazırladık.  Gün içinde yine zeki abiye ben zirveyi görebilecek miyim? 5137 metreye ayak basabilecek miyim diye tekrar sordum? Sağolsun,  beni takip et ben tempoyu sana göre ayarlayacağım  zirveyi de göreceksin dedi. 


13 Ağustos 2008: Tarihi gün. 0200 gibi Zeki abinin sesiyle uyandık. Dışarıya çıktığımızda çok iyi bir hava vardı. Her yer karanlıktı ve elini uzatsan yıldızlara dokunabileceğin bir görüntü vardı. Karanlıkta görebildiğimiz tek şeyde bunlardı. Tek problem ayağımızı basacağımız yeri pardon kayayı görememizdi.

 

 

Kahvaltının ardında ellerimizde ışıldaklarla kayaların üzerinde yürüyüşe başladık. Zeki abinin liderliğinde ve peşinde ben olmak üzere tek sıra olarak yürüyüşe başladık. Bu sırada gördüğüm ve takip etiğim rehberimiz Zeki abinin ayakları ve yerdeki kardı.


 4200 den yürüyüşe başladıktan bir saatlik bir süreden sonra kaç metredeyiz abi şeklinde bir serzenişimiz oldu. Yukarlardan bir yeri gösterdi 4300 metre şurada diye ışıkla gösterdi. İlerleyen noktalarda nasıl tırmandık bilmiyorum ama giderek dik bir tırmanış halini almaya başladı. Zirve yürüyüşü tam bir erk, azim ve irade gerektiriyor.  Bir ara AA Ron’un ben uyumak istiyorum sözüyle uykumdan uyandım.

 

 

Asıl güzel ve etkileyici olan havanın aydınlanmasına doğru dağın gölgesinin ovaya yansımasıydı. Bu güne kadar çektiğim en güzel ve keyifli fotoğraflarımdan bir bu oldu. Soğuktan değil de bu görüntüden ürperdim. Fotoğraf makinemin bir bataryasıyla normal şartlarda 400–450 fotoğraf çekerken bu yükseklikte ancak 30 fotoğraf sonrası batarya bitti. Allahtan yanımda bolca yedek batarya olduğundan anı olmasının dışında fotoğraflıya bildim. 


4700 metreye geldiğimizde çantamda yer alan suyu bile bulamayacak kadar yorulmuştum. Arkadaşlar sağolsun. 5000 metre işte buzulun başladığı ve zirvenin net bir şekilde göründüğü nokta. Son 137 metre zirveye. Ekibimizden 2 arkadaş bizden buraya kadar diyip zirveye devam edemeyeceklerini söyledi. Kesinlikle bu dediklerini kabul etmedik ve tüm ekibin bu tırmanışı yapacağını ve kendilerine her türlü desteği vereceğimizi söyledik tabi söylerken şöylede bir durumda vardı bize kim detek olacak.


Kramponları takmamızın ardında açıkçası bu noktada ellerim ve yüzüm dondu. Soğuğu iliklerime kadar hissettim. Zirve tırmanışını en kritik anları başlıyor. Bende de pek güç kalmamıştı. Zirve sanki çölün ortasındaki bir vaha gibi gördüğün ama ulaşması mümkün olmayan bir nokta gibi görünüyordu. Zirvenin en tehlikeli noktası ise ipli geçişin olduğu noktaydı.  Bu nokta dağcı İskender Iğdır’ın da öldüğü noktaydı. Bu noktadan son derece dikkatli bir şekilde geçtikten sonra açıkçası benim enerjim bitti. 5 adım atıp durup tekrar dinlenip 5 adım tekrar yürüyerek devam ettim. Ne bitmez yoldu. Buzula elimi dokundurduğumda elimde eldiven olmasına rağmen elektrik çarpmış gibi oluyordum.

 

 

Ve tarihi an zirve. İşte orada ama kim gidecek. Durdum. Hadi son bir gayret batonda bir işe yaramıyor buzula batıp çıkmıyor. Sonra bizden birilerin zirveye ulaştığını gördüm. Son bir gayret ve işte zirve. İnanılmaz bir duygu bütün yorgunlukarın ve baş ağrısının sonu. Başımızda bir Ağrı vardı ve o Ağrı artık geçmişti çünkü biz o ağrının tepsindeydik. Tüm bu çabalar 10 dakika içindi. Bir tarafta İran, Ermenistan ve Türkiye üç ülkeyi aynı anda birden görebiliyorduk. Fotoğraf çekmemizin ardında ne yazık ki tipi başlayınca her taraf kapandı ve dağdan İran ve Ermenistan tarafını çekemedim ama olsun yinede zirvede birbirinden güzel fotoğraflar çekmiştim. Bu arada dağın her yerinde cep telefonu kapsam içinde benim telefonun şarj problemi olduğundan kimseyi arayamadım. Adem cep telefonuyla Cem’i aradı lakin ulaşamadı.  Bak bu hayal değil gerçek diye.


Dönüş, böyle bir şey mi varmış. Zirveden dönüş tıpkı şeye benziyor hayatın gerçeklerinden kaçarsın da bir noktada artık kaçamazsın yüzleşmek zorundasındır tam ona benziyor. Çıkıştan daha zorlu ve kıyaslanamayacak kadar tehlikeli. Ve de en büyük dezavantaj gram yürüyecek gücün kalmaması. Oysa çıkarken kendimi iniş kolay olacak diye kendimi avutuyordum. Nasıl indim bilemiyorum ama yaklaşık 4 saat sürdü. Sol tarafımızda bir uçurum yer alıyordu ve de kenarından da yürümek zorundaydık. Kampa vardığımda ki o an inanılmaz bir andı çadıra kendimi zor attım. Ancak akşam saatlerinde kendime gelebildim ve dışarıya sadece yemek için çıkabildim.

 

 

 

 

14 Ağustos 2008: Günün ilk ışıkları çadırımıza vurmasıyla birlikte çadırlarımızı ve eşyalarımızı toplayıp dönüşe başladık.  Önde Zeki abi harpten zaferle dönmüş bir ordu komutanı edasıyla ve peşinden biz. Mutluluktan nerdeyse Ağrı dağından uçup çayır çimene düştüm türküsünü söyleyeceğiz. Ne mümkün şakası bile adamı korkutuyor. Bu türküyü yazan belliki dağı bilmiyor. Uçsunda görsün çayır çimeni.


Dönüş de açıkçası keyfini çıkara çıkara iniyoruz. Yanımızda çocuklara verilmek üzere getirdiğimiz çikolata ve benzer şeyler. Gerçi çıkarken dağıtacaktık açlık korkusu ağır bastı. Dağda 3200 seviyesinde çobanlara ve koyun sürülerine rastlamak mümkün. Çobanlar genelde 10-15 yaşlarında. Bir şeyler ikram etmezseniz fotoğraf çektirmiyorlar, kaçıyorlar. Burada bir de çobanlara yardımcısı köpekler var ki çok korkutucu.

 

 

Yaylacıların çadırlarına uğradık ikramları olan ayran ve çaylarından içtik. Bir takım el işi ürünler satıyorlar. Bir kaç tane mecburen satın aldım ancak öyle bir kaç  fotoğraf çekmek için ikna edebildim.


Of ya kaç gün oldu bilmiyorum düzgün bir yerde uyumayalı ve duş almayalı. Öğleye doğru 1700 yürüyüşe başladığımız noktaya vardık. Aynı minübüsle geri otele döndük. İlk yaptığımız şey otelin lobisinde bira içerek kutlamak oldu. Durmak yok yorgun olmamıza rağmen bu bölgede dağın dışında İshak Paşa sarayı, meteor çukuru ve nuhun gemisi yer alıyor. Mustafa abiye rica ettik bu gün gezelim diye. Ertesi gün yolculuk var gelmişken mutlaka görmek lazım. Bir saat sonrasına randevulaşıp odalarımıza çıktık.


İlk İshak Paşa sarayını gezdik. Saray çok güzel bir yer bölge insanı kale diyor. Bizim talihsizliğimiz fazla içinde gezememek oldu restorasyon vardı. Hoş olmayan yerlerde kuşlara emanetti. Sarayın bir diğer özelliğide Doğubeyazıtta olupta Ağrı dağını görmeyen tek yere inşa edilmiş olması. Rahmetli İshak Paşanın vasiyeti öyleymiş.

 

 

 

 

Devamında meteor çukuruna gittik. Türkiye-İran gümrük kapısı olan Gürbulak gümrük kapısının önünden geçtik. Türkiye-İran boru hattının geçtiği yerin yanından geçip bir iki askeri kontrol noktasını geçtikten sonra meteor çukuruna vardık. Söylenecek pek bir şey yok orda bir çukur var zamanında 60 metre derinliği varmış sonradan içi dola dola olmuş 30 metre. Dönüşte yine askeri kontrol noktaları. Birinde asker benim elimdeki fotoğraf makinesine bakıp basın mı diye sordu. Hayır bireysel dedim.


Neyse Nuhun gemisini görmeye gidiyoruz. Hava yavaş yavaş kızıllaşmaya başlıyor. Yolda bir türlü bitmiyor ve giderek dikleşmeye başlıyor. Mustafa abi bir tepenin zirvesine yakın yerde bulunan bir kulube gibi bir yerde arabayı durdurdu ve geldik arkadaşlar dedi. Geminin yerini bize gösterdi. Peki abi gemi nerde dedik. Orda işte dedi. Biz birbirimize bakmaya başladık. Abi başka biryerden görünmüyor mu bu gemi dedik. Bizi biraz daha aşağıda bir yere indirdi ve burdan daha iyi görünüyor dedi. Ben dayanamayıp bölgenin fotoğrafını çekip rica edip burdan göstermesini istedim. Hava kararmadan dönsek iyi olur galiba. Fazla yorum yapmak istemiyorum.

 


15 Ağustos 2008: Sabah 0700 gibi Vana hareket ettik. Vanda otele yerleştikten sonra araba kiralayıp Ahtamar adasına gittik ve burda gezdik. Van gölü değil bence Van denizinin güzel sularında yüzdükten sonra son derece güzel bir yemeğin ardından otele döndük. Ertesi gün Van’ın meşhur sabah kahvaltısını yaptık ardından da Van kalesini gezdik. Uçağımız binip İstanbul’a döndük.


Offfffffff ya çok güzeldi. 


Seneye Kaçgarlar, Ağrı ve Demavend neden olmasın. Dağ havası iyidir.

 

Sinan Tarakcı




Tasarım: Studio Martin