foto5.jpg
Biz Kimiz, Hakkımızda Fotoğraf, Fotoğrafçılık Dağcılık Doğa Yürüyüşleri, Trekking, Gezi Doğa, Çocuk ve Doğa, Ağaç Türleri, Böcekler ve Bitkiler Bisiklet, Parkurlar, Yazılar, Anılar Sponsorlar İletişim

Çocuğumla Doğadayız Çocuğumla Doğadayız

E-Posta:


   


Ana Sayfa > Dağcılık > Faaliyet Raporları



Avustralya Kosciuszko Dağı (Mt. Kozzy) Zirve Etkinliği

Yazı ve Fotoğraflar: Haki Engin, ANDOSP

Merhaba Sevgili Dostlar,

Yedi kıtanın en yüksek zirvelerinden biri olan Avustralya kıtasının en yüksek zirvesi Kosciuszko Dağı (Mt. Kozzy)zirve etkinliğini Güney yarım Kürenin kış mevsimini yoğun bir şekilde yaşadığı Ağustos ayında tamamlayarak yurda döndüm.

 



Etkinlik detayı;

15.08.2008: Emirates Hava Yolları’ndan 2-2.5 ay önce güçlükle yer bulabildiğimiz, oldukça pahalı ve uzun sürecek yolculuğumuzun başladığı gün. Pasaport ve vize kontrolü sonrası 19:25 İstanbul’dan hareketle Dubai üzerinden Sydney’e gideceğiz. Uçakta tek boş yer, sanırım şimdilik tuvaletler.



16.08.2008: Boeing 777-300 ile Dubai’ye 4 saat 15 dakika süren uçuş sonrasında yerel saatle 24:45’te varıyoruz. Uçak değiştirerek 08:50 hareketle Sydney’e uçacağız. Havaalanı kırk milletten insan seli ile hıncahınç dolu. Uçaklar sabah kalkacak. Yolcuların kimi, bulabildiği boş koltuklara,diğerleri halıların,fayansların üzerine ,hijyene boş vermiş, tek ya da gruplar halinde, alt alta üst üste uyumaya çalışıyorlar. Bazısı uçaktan yürüttüğü battaniyeler üzerinde,bazısı öylece yere uzanmış. Bazısı da ,önceki  tecrübelerden olsa gerek, getirdikleri uyku tulumlarının içinde. Dünyanın ticaret ve alışveriş gözbebeği Dubai Havaalanının görünümü, ilkel bir taşra otogarından farklı değil.


Hava, 32 derece civarı ve yoğun nem,kapalı alanda olmamıza rağmen hissediliyor. Soğutucular kalabalık karşısında etkili olmuyor,ter,yağ kokuları birbirine geçiyor. “Lounge” denen, az sayıdaki yatak gibi koltuklardan birine uzanma ümidiyle havaalanı içinde  kilometrelerce turluyoruz, ama oturacak yeri bile güç bela buluyoruz. Tüm rahatsız koşullara rağmen uyku ağır basıyor ve bir-iki saat kestiriyor,tekrar tur atarak vaktin gelmesini bekliyoruz.
Nihayet sabah oldu. Bekleyenler yavaş yavaş boarding için dağılmaya başladı. Sydney’e gidecek uçağın, Bangkok’ta da duracağını(bilet alırken özellikle tek bir yerde duruyor diye bu havayollarını tercih etmiştik) Sydney’den sonra Auckland’a uçacağını öğreniyoruz. Canımız sıkıldı, yolculuk uzadıkça uzuyor. Moralimiz yüksek ama. Amacımıza ulaşmak için eyleme geçtik en azından.

 

 


08:50 hareketle 6 saatlik bir uçuş sonrası Bangkok’a yerel saatle 18:35’te vardık.19:50 hareketle,gene tamamen dolu olan uçakla,Sydney’e uçuyoruz. Sydney ve Bangkok arasında saat farkı 3.

 



17.08.2008:Sydney’e saat 07:35’te indik. Görevliler güleç yüzleri ile bizleri çok fazla bekletmeden giriş işlemlerimizi tamamlıyorlar. Tek sordukları;”Yanınızda dışardan getirdiğiniz herhangi bir yiyecek var mı?”Bunu elbette acıktıklarından değil,yurda yiyecek girişinin çeşitli sebeplerle tamamen yasak olmasından dolayı soruyorlar. Dikkatimi çeken havaalanındaki personelin,genelde 50 yaş civarı, oldukça kilolu ve iri yapıda olmaları. Devler ülkesine gelmişiz. Sydney’de hava 14-15 derece, güneşli.


Sydney’den Snowy Mountains,Kozi Milli Parkına, Canberra şehri üzerinden gideceğimizi saptamıştık.Murray Coach adlı otobüs firmasından 12:15 hareketli biletlerimizi de önceden satın almıştık.Ama Canberra’dan dağın bulunduğu Jindabyne şehrine bizim ulaşacağımız saatten(yaklaşık 16:00) ertesi gün sabah 5’e kadar otobüs yok.


22 saatlik uçuş,8 saat Dubai’de bekleme,saat farkı vs bizi oldukça yordu. Ama vakit kaybetmeden gitmek istiyoruz. Dağ bizi bekliyor çünkü.

Bavulları aldıktan sonra, araba kiralama ofislerinin bulunduğu bölüme  yöneliyoruz. Günlerden Pazar ve havaalanı hariç şehirde tüm ofisler kapalı.Internet üzerinden Hertz firmasından araba kiralamak için de rezervasyon yaptırmıştık. Trafik Avustralya’da, İngiltere’de olduğu gibi soldan değil sağdan!!! ”Otoyolları nasıl?Trafik nasıl?Nasıl gideriz?”, derken başka şekilde gidemeyeceğimize karar verdik ve cesur bir şekilde Hertz’in ofisine vardık.

 


 Bosna-Hersek’li gazeteci olduğunu söyleyen ve panik atak,”büyük derby final maçı anlatıyormuş”, gibi konuşan görevli, bizi bunalttı. Havaalanı vergisi,hava vergisi vesaire vesaire derken günlük 30 Avustralya Dolarına kiraladığımızı düşündüğümüz,”Toyota Yaris” marka 3 kapılı arabanın günlüğünün 108 Dolara geldiğini fark ettik,ama yapacak bir şey yok. Ateş kırmızısı arabanın yanına ulaştık. Tüh!Görevli öyle çok konuşup bunalttı ki,GPS istemeyi unuttuk. Elimizde sadece Sydney haritası var. Geri dönüp günlüğü 11 dolara “NeverLost” marka GPS’i kiraladık. Bakalım ters yön trafikte Sydney’den araba ile yaklaşık 6 saat sürecek yolculuğumuz nasıl geçecek? 


Yola çıkmadan botları,kamerayı,güneş kremi,gözlük vb.gibi malzemeyi ayrı bir çantaya koyduk. Navigasyon aletini biraz kurcaladık. Direktiflerine göre saat 09:20’de havaalanı otoparkından çıktık. Anayoldan çıkışlar,dönüşler soldan değil sağdan. Doğal olarak sollama da yok sağlama var(!)Kırk yıllık alışkanlık ve pratik yapmadığımızdan sinyal vereyim derken elimiz hep silecek çalıştırma düğmesine  gidiyor. Trafik çok yoğun değil.”Orta şerit en iyisi galiba”, diyerek ağır ağır yola koyulduk.Beş-altı caddeden nasıl geçtiğimizi bilmeden,kırmızı ışıkları da ortalayarak 70km.sürecek ilk otobana çıktık. Sola geçtik yavaş gidebilmek için. Otobanlar oldukça geniş ve sakin.

 


100km.sonra ilk molamızı bir BP istasyonunda veriyoruz. Saat 11:00 olmuş. Biraz kafeinle yorgunluğumuzu kandıralım. Otobandaki büyük benzin istasyonlarına Mc Donalds,Kentucky ve benzeri fast food dükkanlarından girilebiliyor. Çay,kahve 3,80 dolar civarı.Yiyecekler,8-9 dolardan başlıyor. Avusutralya yaşam kalitesi yüksekliği ve yaşama refahında dünyada Kanada’dan sonra 3.ülke.Alım gücü yüksek. Doğal olarak ülkemize göre  çok pahalı. Biraz atıştırıyoruz yanımızda getirdiğimiz sandviçlerden. Benzin kokusundan çok kızarmış yağ kokusu duyuluyor.


 Yarım saat oyalandıktan sonra yola devam. Daha 5 saat yolumuz var. Trafiğe alıştık gibi.Hume Highway denen 130 km sürecek ikinci otobana çıktık. Otoban,trafik uyarı levhaları  ile papağan gibi konuşuyor her 500 metrede.”Yorgunluğu sadece uyku öldürür. Göz kapaklarınız mı düşüyor,300m sonra dinlenme yerimiz sizi bekliyor. Dinlen,hayatta kal,uzun yaşa”, vb. biraz da mizahi trafik levhaları ile önlemler devam ediyor.


 Avustralya kıtasındayız işte. Kanguru resmi ve 8 km içinde karşınıza çıkabilir, Dikkat!” Yaban hayatı 10 km.de Dikkat!“, işaretleri çıkmaya başladı. Sağda ve solda geniş okaliptüs ağaçlarından oluşmuş ormanlık bölgeler,bazen bir tarafımızda göl ve nehirler,bazen geniş yemyeşil tarlalar...

 


Birkaç ihtiyaç molası sonrası(Tuvaletler oldukça temiz. çoğu yerde kadın ve erkek için ayrı ve temiz duş yapma yerleri de var. Outdoor yaşam burada çok yaygın galiba.) Canberra’ya otobüslerden oldukça hızlı vardık. Geniş bir köprüden Lake George gölü üzerinden geçiyoruz. Köprüler,büyük göl ve nehirlerin üzerinden yollara bağlanıyor. Tek katlı bahçe nizamı geniş evler, bahçeler...Telgrafın tellerine papağanlar mı konuyormuş burada?Şehrin içine ters yön trafikte girmek biraz strese yol açıyor. Yola devam. Saat 14:30 gibi Kozzy Milli Parkı’nın bulunduğu şehre 90 km. mesafedeki Cooma şehrine vardık. Hava taze ama çok sert. Küçük sevimli bir dağ kasabasını anımsatıyor. Çok az insan var yollarda. Hayalet şehir de miyiz?Oldukça açız. Her yer kapalı. Geniş bir parkın kenarına “sağdan mı soldan mı?” diye diye park ettik arabayı. Parkta her pazar yiyecek içecek kitap vb.satışı olan Pazar kuruluyormuş. Toplanmamış son iki tezgahtan birinden ekmek, diğerinden elma alıyoruz. Ama bunlar adamı doyurmaz ki! Etrafta açık birkaç küçük kafeden birinde oturarak, uzun bir bekleyiş sonrası tanesi 9 dolara ilk balkabağı çorbalarımızı, tatlı olduğundan bol karabiber takviyesi ile, içiyoruz.


 Arabaya bindik tekrar. Bu sevimli yeri bir de kameraya çekelim. Çekelim de kameranın olduğu çanta nerede??? Çanta yok. Mola verdiğimiz yerlerden birinde unutmuşuz. Saat 16:00.Geri dönsek,geldiğimiz yoldan 5 saat geri gitsek,nerede olduğunu hatırlamaya çalışsak bile bulma ihtimalimiz çok düşük. En az 2 milyarlık eşya vardı içinde. Kim bilir kim aldı!”Yola devam!”, diyoruz. Dağdan dönüşte bakarız artık. Aynı yoldan dönmeyecektik, okyanus kıyısından dönmeyi planlıyorduk Sydney’e oysa ki.


 Moraller bozuldu. Biraz kötü başladık. Cooma’da komaya girdik,yazık oldu. Şehirden çıkmadan bir market gördük, taze meyve-sebze satan. “Bari biraz meyve alalım”, diyoruz. Sebze meyve çok taze ve ucuz. Yola koyulduk koyulmasına da çantada botların da olduğunu hatırlıyoruz. İyi de bot olmadan, dağ nasıl olacak??Geri döneceğiz mecbur”,diyoruz hırsla aldığımız havuçları yerken. Böylece varacağımız yere 1 saat kala, hiç bilmediğimiz bu coğrafyada geri dönüş başladı. Nerelerde durmuştuk?Hava kararırsa nasıl yol alacağız? Dağa yakın kalacağımız yeri de bugün için ayırtmıştık.


Yolları iyice sindire sindire 120-130km. hızla geçiyoruz. Hız sınırı 110km.ydi galiba. Benzin de azaldı. Beyin fırtınası sonucu Sydney’den Canberra’ya gelirken ilk 100-130 km.de Moss Vale ve Mittagong arasındaki BP istasyonunda çantayı bıraktığımızı hatırladık.Benzin almak için anayoldan çıkıp gittiğimiz benzinci de çok yardımcı oldu. Benzinimizi doldurdu önce.(Avustralya’da benzinini herkes kendi doldurup ödeme yapıyor. Aman bizde işsizlik had safhada. Nadir olan iş kollarından biri. Sakın bilirkişiler duymasın!)Oraya 5 km. mesafede olduğumuzu söyleyerek South Mittagong’daki adresi bize tarif etti. Polisi aramayı bile teklif etti.”Öncelikle gidip bakalım”, dedik.Ters yön trafikte karşı tarafa nasıl gideceğiz şimdi?Aman derdimiz bu olsun. BP göründü karşıdan.Girişteki McDonalds’ın binasına araba ile girmekten kıl payı kurtulduk. İstasyona girer girmez,çantayı bıraktığımız yere baktık. Doğal olarak yoktu! Görevli bayan,çantayı,”Sakın eşyalarınızı yanınızdan ayırmayın,” işaret parmağı tembihi ile bize hiç açılmamış,kurcalanmamış olarak teslim etti.

 


Hayat ne kadar güzel. Nasrettin Hoca eşeğini kaybetti ve de buldu...Demek bozulmamış yerler de varmış hala!!!İnsanlık ölmemiş.


Saat 19:30.Daha alınacak çok mesafe var. Rakım yükseldikçe don ve buzlanma artmaya başladı. Otobanda değiliz, dar ve karanlık yollardayız artık. Araba hafif kayıyor. Dışarısı tahmini sıfırın altında 5 derece. Birkaç dağ kasabasından daha geçerek Kosciuszko Milli Parkı’nın eteğindeki Jindabyne (NSW)’ye ulaştığımızda saat 23:20 olmuştu. Gecelemek için yer ayırttığımız Lake Jindabyne gölü kenarındaki Discovery Holiday Karavan Park'ı bulmak, çantaya ulaşmaktan daha kolay olmadı. Uyuyan şehirde ,henüz yatmamış birkaç gencin yardımı ve 2 km.lik mesafedeki benzin istasyonu etrafında attığımız beş altı turdan sonra, 24:00 civarı  kapalı olan ve “Acil durumlarda telefondan arayınız,” notu olan otel resepsiyonunun önündeydik. Telefondan güçlükle anlaştığımız görevliden şifresini alarak açtığımız kasadan anahtar ve haritayı alarak yarım saat daha kalacağımız yeri aradık. Havanın eksi 7 lerde olduğu karavanın önüne ulaştığımızda odayı  iki kişi ile daha paylaştığımızı,battaniye,yastık çarşaf vb. olmadığını  öğrenince,her yerin kapalı olduğu o saatte yapılacak en doğru şeyin,araba içinde sabahın olmasını beklemek olduğuna karar verdik.



18.08.2008:Arabayı arada bir çalışır halde tutarak kliması ile ısınabilirdik.Gece 02:20 gibi arabayı ısınmak için tekrar çalıştırmak istedik,ama sayısız deneme sonrası bir türlü çalıştıramadık. Aksilik akü bitmişti galiba. Dağ kıyafetlerimizin bir bölümünü üstümüze geçirerek sabahın olmasını bekledik. Gün ışır ışımaz, otelin ortak yemekhanesinde sıcak suyla(sıcak su 0,5 dolar!) kendimize geldik. Otele verdiğimiz depozitoyu da almayı başardık.
 O kadar olumsuz şeye rağmen havanın da etkisiyle, enerjimiz yerindeydi. “Dağı bugün yaparız” diyorduk,arabayı tamir ettirdikten sonra. Meğer arabada arıza yokmuş. Debriyaj otomatik güvenli pozisyonuna  geçiyormuş. Gece üşüdüğümüze yanıp,kahvaltı etmek için şehrin kıyısındaki tek alışveriş merkezindeki bistroda son  bol karabiberli tatlı balkabağı çorbamızı içtik. Bistro içinde kıyafet ve hediyelik eşyalar da satılıyordu küçük bir not düşülerek.”Mağazamızdan bir şeyler çalmayı planlıyorsanız lütfen kameralara gülümseyin!”diye...

 


Jindabyne’den Kozzy Milli parkına girişe olan mesafe yaklaşık 13 km.Saat 10:00 da yola çıktık.Dağ eteğinden virajlı yoldan yükseliyoruz .Yavaş gidiyoruz. Yol kenarında birkaç ölmüş ve kırmızı haç işareti ile işaretlenmiş kanguruyu görerek üzülüyoruz. Toplayacakları için işaretliyorlar demek. Trafik uyarı levhaları; 4X4 harici arabalar için zincir gerekir!, uyarıları ile bize eşlik ediyor. Yollar tamamen kuru,kardan eser yok. Zincir mi takılırmış bu yola diyerek, devam ediyoruz. Yolun bir şeridi görevliler tarafından kapatılıyor biz geçerken. Yol çalışması var her halde. Bize selam veriyorlar gülerek. Ne güleryüzlü millet şu Avustralyalılar! Biz de selam verip Milli Parkın girişine geliyoruz. Günlük giriş arabalar için 27 dolar.”Biz doğa rehberiyiz. Ormana gözcülük etmeye geldik.”, diyoruz ama görevli “Yarın şansınızı  deneyin. Bugünlük ödeme yapmanız gerek”, diyor gülerek.


 Buradan araba ile gitmemiz gereken son nokta Perisher Valley’e 17 km daha yol kat ediyoruz.Zaman zaman bağlanan küçük köprüler ile altımızdan,yada paralelimizden sırası ile Wraggers,Prussian,Pipers ve Perisher derelerini geçiyoruz. Karla kaplı okaliptüs ağaçları(Snow Gum,Heat,Herbsfield denen ağaç cinsleri,Koalalar çok severmiş) ve Snowy Mountains bölgesindeki karlı dağlar görünmeye başladı.


30 km.lik mesafeyi yol sebebi ile bir saatte aldık. Kayak Merkezleri,Danışma Merkezi, telesiyeler,kayak yapanlar, otopark yerleri göründü. Arabayı uygun bir yere park ediyoruz.
 Dağ kıyafetlerini arabanın yanında üstümüze giymeye başlarken, büyük bir araba ile polis olduğunu söyleyen  biri sakin ses tonuyla yanımıza yaklaşıyor.”Zincirlerinizi görebilir miyim?”,diyor. Meğer yolda bize gülümseyen görevliler trafik polisi imiş,bize el sallamıyorlarmış. Zincir kontrolü için durmamızı söylüyorlarmış!Yolda buz,kar yok ama Mart-Eylül arası kanunlar bunu şart koşuyor. Sorgulamamız boşa. Cezası 300$.”Gidip zincir alıp gelmenizi kabul ederim.”, diyor. Mecburen geri dönüyoruz. Zincir yolunda, “Zincirleme aksilikler devam ediyor,ama sonu tatlıya bağlanıyor.”,diyoruz motivasyon için. Bir günde ne kadar çok şey yaşadık!

 


Kalamadığımız otelin yanındaki araç malzemeleri satan Kosciusko Otomotiv’den 50$ depozit ve günlük 25$ kiraladığımız, paketinden hiç çıkarılmayacak zincirlerimizle tekrar ulaştık Perisher Valley’e.Bir iki dakika sonra,polis kontrol için yanımızdaydı gene. Bize iyi şanslar dilediğinde saat 12:30 olmuştu.


Perisher Valley ,Skitube(tren) ve araç ile ulaşılan son nokta.Buradan dağa çıkmak için başlangıç noktası,15-16 km uzaklıktaki Charlotte Pass’a, sadece SnowCat denen kar araçları çıkabiliyor. Charlotte Pass’a yürüyemeyeceğimizi anlayınca 13:30’da hareket edecek SnowCat’e kişi başı 35$’dan bilet alıyoruz.


”Yarım saatte oraya gitsek, 14:00 gibi yürüyüşe başlasak hava kararmadan zirve yapıp dönebilir miyiz,dönemez miyiz?”,hesabı yapıyoruz. Etraf tamamen kar ve buzla kaplı. Ön gördüğümüz 5km mesafe ve 19:00 gibi rahat dönmüş oluruz. Bugün devamdan yanayız, geri dönmek yerine. Sıcaklık eksi 4 derece.


Snowcat ile 1625m.deki Charlotte Pass’a ulaştık.Snowy Mountains adı verilen bölgede Mt.Piper,Mt.Wheatley,Mt.Perisher,Mt.Blue Cow  ve Mt.Kosciuszko adlı dağlar etrafımızda tüm heybetiyle. GPS’i açtık.En yüksek dağı görür,yönü de tayin edersek sırttan çıkış kolay,yolu biz buluruz,abartmaya gerek yok., diye düşünüyoruz. Kayak yapan birkaç kişiye yönü soruyoruz. Şaşkın bir ifade ile”Bu mevsimde,hem de bu saatte mi çıkmayı düşünüyorsunuz?,diyorlar. Bir gün önce 3 kişi çığ altında kalmış. Biri hayatını kaybetmiş. Yağış tipiye döndü. Uzaklık konusunda da cevaplar farklı.8 km diyen var 12km diyen var.5 km. olmadığı kesin artık. Hava da 17:30 gibi kararıyormuş. Biraz daha yürüyoruz,doğru yönü tespit etme ümidiyle. Oldukça da yorgunuz,3 gecedir uyumadık ki. Yarım saat gittikten sonra dönmeye karar veriyoruz. Anlaşıldı. Tüm veriler ışığında bugün geçit vermeyecek Kozzy Dağı bize. Biraz sonra otel resepsiyonunda otururken yanımıza gelen arama-kurtarma görevlisi bugün çıkmamamız konusunda bizi uyarmak için arıyormuş her yerde. Alarma geçmişler.


Erken kalkan yol alır. Ağır kış koşulları hüküm sürüyor.Kar yer yer 20 metre.ağaçların büyük bölümü karlar altında. Hafife almışız. Geceliği ne olursa olsun burada kalmalıyız,erken yola koyulabilmek için.7-8 özel lounge harici sadece 2 şalet var kalmak için. Büyüğü hiç yerleri olmadığını söyleyerek diğerine gönderiyor bizi.Diğerinde resepsiyona bakan kızın kayakta olduğunu iki saat sonra geleceğini öğreniyoruz.Ya burada da yer yoksa!Dönüş için Snowcat en son 17:00 de kalkıyor. Burada koltuk üstünde sabahlamamıza izin vermezler ki. Geceliği oldukça pahalı, ama zengin Avustralya’lılar, çoluk çocuk kayak için doldurmuşlar bölgeyi. Bivaklarımız yanımızda olsaydı keşke. Dönmeyeceğiz. Bekleyeceğiz bir şekilde ikna edip yer bulmak için. Yaklaşık bir buçuk saat sonra resepsiyon görevlisi, dudak uçuklatan bir rakam karşılığı bir gece kalabileceğimiz tek bir yer olduğunu söylüyor.400$ bu rakam. Dağdan çok,dağa girmek için büyük bir mücadele verdik şimdiye kadar. Yapılacak bir şey yok. Kalacağız. Akşam 19:30 da aldığımız balık ve çorbadan (bu da fiyata dahilmiş!) ve meraklı orta yaş üzeri Avustralyalı aileler ile biraz lafladıktan sonra 20:00 gibi uzun zamandan sonra ilk defa yatakta uyumaya çekiliyoruz. Yarın hava açık olacakmış. Öngörülen hava durumu gece eksi 12 gündüz eksi 5.

19.08.2008:Sabah 5 gibi uyandık. Hava yağışsızdı.”Yola şimdi çıksak mı?”, dedik,ama uyku ağır bastı. Hem kahvaltı edersek daha enerjik oluruz.Hem otelden faturayı alırız.7’de aldığımız kahvaltıdan sonra 07:45 ‘te 9 km.lik zirve yürüyüşümüze başladık. Dik bir tırmanış ile Polish trail zirve yürüyüş yolunu telesiyejlerin bittiği noktaya çıktık.Buradan biraz yürüyüş ile Polish trail(Polonya yolu) 6 km.den kestik. Hava güneşli ve açıktı.Zaman zaman buz üstünden zaman zaman karda batıp çıkarak yürüyüşümüz devam ediyor. Buz sanıp bastığımız, oysa karın okaliptüs ağaçlarını tamamen örttüğü ve ağacın tepesi olduğundan ,düştüğümüz çok derin çukurdan sonra olabildiğince dikkatli yürümeye başladık.Yol boyunca 300er metre aralıklarla değnekler yol tayinini kolaylaştırdı. Zaman zaman bu değneklerin paralelinde,zaman zaman kerteriz olarak alarak başka rotaları deneyerek yürüyüşümüze devam ettik.


 Alpine way denen bölge, birçok hayvanın barınağı ve yapraklarını yedikleri ağaçlardan ve birçok endemik bitkiye ev sahipliği yapıyor.Yürüyüş yolunun güney doğusunda  Spencer Deresi,batısında Thredbo River nehri ve doğusunda Snowy River bulunuyor.Snowy River aynı zamanda Jindabyne Gölü ile de birleşiyor.Kış mevsimi sadece kar ve buzdan oluşan dağ panoramasına görmemize olanak veriyor.
Tamamen karla kaplı bitki örtüsünden yürüyüşümüze sırt üzerinden devam ettik.2000 metreye kadar ağaç bulunduğunu görebildik. Yolda sadece iki üç kayakçı gördük dağ kenarında.


Çığ tehlikesi olabilecek birçok yerden olabildiğine sessiz geçerek 5 km sonra Rawson’s Pass denen geçişten dağcı ve snowboardcuların zor koşullarda konaklayabilecekleri Seaman’s Hut denen küçük bir kulübeye ulaştık..1924 yılında ölen Seaman adlı bir dağcı adına ithaf edilen bu kulübede 2002’de bu bölgede hayatlarını kaybeden 4 genç snowbordcu anısına da yer hazırlanmış. Zirve defteri gibi bir deftere not düşerek 10 dakika mola sonrası 10:20 civarı zirvenin son 1 km.lik bölümüne 75 derece eğimli dik bölgeden karda yer yer 1 metre 60 santim kara batarak tırmanıyoruz. Yol boyunca devam eden güneşli havanın yerine zirvede sert bir rüzgar karşıladı bizi.11:30 civarı ulaştığımız 2228m.yükseklikteki Avustralya’nın en yüksek zirvesinde birkaç kamera görüntüsü ve fotoğraf alarak hızlı bir şekilde dönüşe koyulduk. Hava çok kısa zamanda kapayarak tipiye döndü.Görme mesafesinin oldukça azalması ve rüzgarın şiddetlenmesi sebebi ile hiç mola vermeden geldiğimiz noktaları takip etmeye ve kar çukurlarında batmamaya çalışarak 14:30’da çıkış noktamız Charlotte Pass’a ulaştık.Otelden fatura vs.alıp ,birer sıcak çay içtikten sonra bir gün önce arabamızı bıraktığımız 15 km. mesafedeki Perisher Valley’e yürüyerek mi yoksa SnowCat kar aracı ile mi gitmemizin uygun olacağını düşündük. Zirveyi yapmış olmanın,sayısız engeli geçmiş olmanın verdiği enerji ve mutlulukla “Yürürüz!”, diyorduk. Ama hava kapadıkça kapadı,tipi tüm şiddeti ile bastırıyordu. Snowcat bileti satılan yere” Bir bakalım.”, diye girince 15:30da hareket edecek araçta yer olduğunu öğrendik.


 Arabaya bir an önce ulaşmak(arabayı park ettiğimiz yer sadece günlük,gece park etmenin cezası 120$ diye okumuştum bir levhada),zinciri iade etmek ve ağır kış koşullarına gereksiz yere yakalanmamak için araçla dönmeye karar verdik. Dönüş bedavaymış üstelik!


Otomobile ulaştığımızda ceza faturası bizi bekliyordu. Park girişinden Kosciuszko Road yolu üzerinden geçerek zincirleri geri verdik. Jindabayne nehri üzerinde birkaç fotoğraf çekerek şehrin eteğindeki malum alışveriş merkezindeki marketten biraz meyve aldık.Akşam yemeği için marketteki görevlilerden öğrendiğimiz uygun fiyatlı lokantalara ulaşmak için marketin arkasına doğru 20 adım yürümemiz yeterliymiş. Nereden bilelim! Saat 19:00’a kadar açık olan Fish&Cips’ten 18:40 civarı unda kızarmış balık,yengeç çubuğu,bir adet kalamar ve kızarmış iki dilim ananas alan sondan 3.müşteri olmayı başardık. Artık bu bölgeden ,sadece tüm yaşadıklarımızı alarak,hızla ayrılmak istiyorduk.

Navigasyon aracına, otoban yerine bizi Kozzy Milli Parkının kuzeyini de dolaşmamızı sağlayacak, ormanlık yolundan gitmek için girdiğimiz adrese göre, Alpine Way yoluna çıktık. Yol yaban hayatını tüm canlılığı ile gösterebilecek muhteşemlikteydi. Ama nehir ve ormanlar bu tek şeritli zaman zaman yoğun buzlu ve kaygan yolda, gece karanlığından başka bir şey göstermiyordu. 31 km gittikten sonra “benzin bitiyor!” sinyali ile en yakın benzin istasyonlarını navigasyonla sorguladığımızda, ilk istasyonun 107km sonra olduğunu öğrenince dehşetle U dönüşü yaptık. Yaban hayvanları harici hiçbir canlının geçmediği yol üzerinde benzinsiz kalmak,zirvede yan gelip yatmaya benzemeyecekti. Gideceğimiz yöne 60km  fazladan eklemek yapılacakların en akıllıcasıydı.


Bir türlü dışına çıkamadığımız Jindabayne’deki otelin yanındaki benzinciye 20:03’de ulaştık. 20:00’de kapandığı için yardım edemeyeceğini, ama 2 km gidersek açık benzinci bulabileceğimizi söyledi.2 km.araba ile 2 dakika demekti ve arabanın da karnını doyurarak milli park yolunda zirve tırmanışındaki diğer rota olan Thredbo kasabasını da  geçerek Alpine Way üzerinden yola devam ettik. Rüzgarın şiddeti ve yoldaki buzlanma araç hakimiyetini asgariye indiriyordu.45 km. sonrası, aşırı rüzgar sebebi ile tahmini bir iki saat önce yola devrilerek yolu kapayan dev bir ağacın kenarında, çok yavaş ve dikkatli gitmemiz sayesinde durabildik. Arkamızdan gelen araç durumu görünce, ilgililere haber vermek için veya korktuğundan hızla geri döndü. Biz dalların bir kısmını kaldırarak kendimize yol açtık ve cesurca devam ettik. Belki de benzin almak için geri dönmesek ağaç üstümüze devrilecekti...
Yaklaşık 130 km yol kat ettik. Yol üzerinde bir iki kanguru görüp hızlı koşmaları sebebi ile fotoğraflayamadığımıza üzüldük. Keşke bu yoldan gündüz geçebilseydik.22:00 civarı KhanCoban adlı Kozzy’nin güney batı kapısında bulunan diğer bir hayalet dağ şehrine ulaştık. Çok yorgunduk ve artık bir yerlerde konaklamamız gerekiyordu. KaravanPark işaretini önceki tecrübemizden dolayı eleyerek şehrin tek caddesinde bir iki tur attık. Meğer bizi Milli Parkın bu eteğinde,kapkaranlık yerde,boz ve gri  en irisinden, vahşi kanguru familyaları bekliyormuş. Birkaç görüntü kaydettikten sonra hayvanların hemen yanıbaşındaki moteli gördük. Önümüzdeki  sezonu rezervasyonları için hazırlık yapıyorlarmışBu sebeple o gün  tesadüfen açıklarmış.Geceliği 70$dan bir kuruş indiremeden anlaştık. Kanguru yanında,bolca geyik de bulunduğu konusunda uyarıda bulunan otel sahibesi Kozzy Milli Parkının en son durağında geceleyeceğimiz,hiç de fena olmayan yeri bize gösterdi. Gece boyu çeşitli yaban kuşları ve anlayamadığımız hayvan sesleri ile taze orman havası içinde günü karşıladık.

20.08.2008:İçteki dağlık bölgedeki zirve çıkışımızı kapsayan yolculuğumuz sona ermişti. Bugün itibari ile Melbourne’a Murray Valley otobanı üzerinden 6 saatlik bir yolculuk sonrası ulaşacaktık.Planladığımız gün ve doğrultuda seyahatin diğer bölümüne ,Avustralya kışında okyanus kıyısından devam edecektik.



Avustralya 20-29 Ağustos 2008

Gezimizin ikinci bölümü;
20.08.2008:Sabah 9 gibi yaptığımız enfes Türk kahvaltısı sonrası, şehir danışma merkezine(otel sahibesinin dışında şehirde gördüğümüz tek insan)gidiyoruz. Ofisteki tüm broşürleri toplarken, görevliye yolumuz üstünde görülebilecek milli,bölgesel ya da eyalet parklarını soruyoruz.Gece gördüğümüz kangurular bizi heyecanlandırdı.Doğal ortamlarında wombat,kanguru,koala,bir de timsah görebilirsek, Avustralya topraklarının hakkını vermiş olacağız.Sempatik görevli tarif etmek için elinden geleni yapmaya çalışırken bir yandan da kibar bir şekilde broşürlerin tanesinin 3$ olduğunu söylemeye çalışıyor.Biz de bırakırız canım,sen üzülme.


Murray 1 Elektrik Santralı bölgedeki gölet,su aktivitelerinin(balık,tekne,rafting) yapıldığı görülecek noktalardan.Dün akşam önünden geçtik.Yol üzerinde Olsen’s lookout (manzara)a gitmemizi tavsiye ediyor görevli.20 km.Alpine Way yolundan gidiyoruz.Yolda bir wombat ölüsüne rastladık.Manzara  bir tepeye çıkıyor; üstünden tarlalar ile okaliptüs ağaç rezervinin bulunduğu orman seyredilebiliyor.İyi de biz bunun için mi yolumuzdan saptık?

 


Yakın civarda ilk göç döneminde yapılan tarihi bir demiryolu köprüsü ikinci durağımız. Ormanlık bölge,kamp ve piknik alanı ile yürüyüş yolunu çıkarıyor karşımıza.Tarihi köprüleri nasılmış?Hem biraz yürüyelim.Ayaklarımız açılsın.Yemeğimizi saat 14:30 civarı Violet Town adlı şirin bir kasabada aldık. Okyanus balığı ızgara istedik ama kızarmış geldi.Biraz önce fırından aldığımız ekmekle unda kızarmış taraflarını sıyırarak afiyetle yiyoruz.Kaç kalori aldık?
 Bölgesel park Mount Black flora rezervine daldık iki saatlik yolculuk sonunda.Hume Otobanından çıktık.Hava kararmadan yabanıl hayvanları doğal ortamlarında görebilecek miyiz?Kış sebebiyle 17:30 gibi hava kararıyor.Melbourne’a 130 km. mesafede.Arabanın girebileceği her noktaya dalıyoruz.Hava kararmadan şans bize güldü.Bir kaç iri gri kanguru görüntüleyebildik.


Saatlerimiz 20:00.Melbourne 50 km uzakta ama gündüz gibi aydınlatılmış şehir ışıkları ile kendini belli ediyor. Şehre girmeden önce bir bölgesel park levhası gördük. Hadi gene dalalım.Patika yollardan çiftlik evleri önünden geçiyoruz.Çeşitli botanik ağaçlar koruma ve plantasyon bölgesi ”Herhangi bir bitki almak, izinsiz kimyasal taşımak yasaktır”, yazısı.Aman bizi yanlış anlamayın!Biz doğa severiz.Tek alacağımız anılar olacak buradan.Dönelim dikkatle.Yol da çok büyük bir çukura girdi.Dikkat!Hava zifiri karanlık.Aaa !Koskocoman bir wombat çıktı yan tarladan .Peşinden yuvasına kadar takip ediyoruz.Çiftlik önlerinde yuva kurmuşlar.Onlar da medeniyet ve rahat yaşam özleminde demek ki.


Önceden yer ayırttığımız Spencer Hostel’in kapısını, rehberimiz GPS ile, elimizle koymuş gibi bulduk. Saat 22:00 olmuş. Resepsiyonda kimse yok gene!”Acil durumlarda şu telefondan bize ulaşın.”, notu sadece. Neyse, bize oda anahtarını verecek bir hayırsever Hintli kardeşi bulduk.Oda oldukça vasat .Yarın erkenden yola devam.



21.08.2008:Hostel ortak yemek salonundaki kahvaltımız, Melbourn’a tepeden bakamıyor. Manzaramız bizden yüksek bina duvarları ve taraçaları.


Gök yarılmış. Geceden beri yağmur aralıksız devam ediyor. Resepsiyon görev başında.“Şanssız bir gün şehri gezmek için” diyor. Şehri merak eden kim? Bizim bir an önce şehirden çıkmamız gerek.Hem arabamız 4X4 çekmese de dağ,orman,patika bizim her isteğimizi çekti.Koala görmemiz lazım artık!Yağmurda ziyaret etmek istesek,müsaitler midir acaba?


 Phillip Island’a gitmeye karar veriyoruz.Melbourne’a 30km.deymiş feribotla. Penguin Parade,Koala Conservation Reserve de adanın bölümleri.Okyanusla ilk randevumuz olacak.
Şehir Merkezindeki Collins Street’ten üçüncü turlayışımızda, dev binalar ve yol sarmalından kurtularak otobana çıkmayı başardık. Söyleyin ablalar,ağabeyler Phillip Island nerededir yahu?


Ya !Bu adaydı di mi?Araba da yüzmez ki.Cranbourne şehri üzerinden Gippsland Highway, bizi iki buçuk saat sonra ulaştırabiliyor adaya, küçük bir köprü bağlantısıyla.Okyanusun dev dalgaları ,geniş kumsallar,kayalar…


Koala koruma bölgesinden geçtik.”Dönüşte uğrarız.”, diye. Önce adanın en ucuna gidelim. Penguenleri,fok balıklarını göremedik ama “Burada yaşarlar”yazısını görüntüleyebildik.Sahil boyu tepede uzanan köprünün birkaç köşesinde fotoğraf daha.Bu dalgalar kaç metre yükseğe çıkar?Hava oldukça soğuk.Tazmanya adası karşımızdaymış.Gördüğümüz de Tazmanya Denizi.Danışma merkezine okullar öğrenciler getirmiş.Bölgeyi tanıtıcı eğitim olacak.Bizim içinse yola devam.


Lakes Entrance hedefimiz.Okyanus kıyısından geze geze gideriz akşama kadar.Yağmur yatıştı biraz.Leongatha şehri üzerinden Berrys Deresi ve kolları, yol boyunca eşlik ediyor. Morwel şehri üzerinden, seyahatimizin kalan günlerinde hep takipçisi olacağımız Princess Highway ile ilk buluşmamız.Otobandan çok orman yangın yolu kıvamında.


Sadece okaliptus ağaçları ve tarlalar.Dalalım bir ormanlık yola gene.Yolda bizden başka araba izi yok.Aracımıza tekrar bindiğimizde bir motosiklet geçiyor yanımızdan. Yardıma ihtiyacımız var mıymış? “Thanks a lot “ve no worries diyaloğu (“endişelenmeyin” anlamında değilmiş, “bir şey değil”, demekmiş Avustralyancada!) Yola devam. Anayola bağlanırken limon ve portakal ağacının bulunduğu bahçeden komşu hakkı,göz hakkı aldık iki portakal.


Tarlalarda  lamalar  görüyoruz. Bir de “airfield”tabelaları,tarlaların yanında.Bu hava tarlalarına da uçak,planör ve helikopter ekmiş fakir Avustralya çiftçileri.Para çok anlaşılan(!)


Hava karardı.Bairnsdale ile Lakes Entrance arasında biryerlerde kalalım artık.Lake Victoria okyanustan içeriye lagün oluşturmuş bu bölgede.Karavan motel,prefabrik ve çok modern.70$dan 50$a indirmeyi başardık,sezonu değil madem.

22.08.2008:Sabah mükemmel bir Türk kahvaltısı.Aldi marketlerinde zeytin,peynir, ekmek,çay,armut,elma,domates,havuç en iyisinden.Türkiye’den çok daha uygun fiyatla üstelik. 


Okyanus kıyısındaki şehirler,genelde dere ve nehir kollarının üzerinde küçük köprüler ile devam ediyor.Yanı başlarındaki göl ve lagünlerdeki doğal parklar bir çok canlıyı besliyor. Bairnsdale sahilinde lagün içinde Mitchell River National Park’tayız sabah 10 gibi.Enfes kumsal ve bodur ağaçlar,yağmur ormanları ,kaya ve mağaralar...


Hava sert rüzgarlı, ölüyü diriltir neredeyse.Okyanusun kışı da çok yağmurlu.Yağmur ormanlarının adından mı nedir?Yağmur başladı gene.Araba aç kollarını!Bize çadır ol.Gelsin Amasya elmaları,gitsin deveci armutları,sizin de hatırınızı soralım Finike portakalları, nar domatesler,şeker sulu havuçlar.10 sene önce Türkiye’de gerçek tadıyla yiyebildiğimiz meyve,sebzeyi yemek Avustralya yollarında kısmetmiş.


Lakes Entrance şehri kenarındaki Ninety Mile Beach’te Gippsland Lake ile Güney Okyanusunun birleştiği yerden küçük köprüler üzerinden geçtik.
Bizim meşhur “Princess Highway” orman yolu, bizi okyanus kenarından Mallacoota’ya ulaştıracak 3 saat sonra.
En bereketli toprakların national parklar olduğuna kanaat getirdik. GPS, GPS sorarım sana, var mı başka national park bu yakınlarda?Elbette,siz isteyin yeter ki…


Saatlerimiz 13:20.Croajingolong National Park’a sürdük atımızı, pardon arabamızı. Adından belli Aborjinlerin Viktorya eyaletindeki geleneksel ülkelerindenmiş. Yol tek yön.Yağmur arabayı savuruyor.Tahta köprü bizi de çeker mi?Bir bakıp dönecektik.Az gittik uz gittik park içinde yolun bittiği yere ulaştık elbette. Thurra River Campground yolun sonu da mevsim uygun değil kamp yapmak için.52 çeşit memeli, martı,kartal,şahin,atmaca,papağan,fok bulunuyor parkta.Biz şahin görebildik en azından.Bitki örtüsü,ılık yağmur ormanları ,fundalık ve çalılık.


Yemeği hak etti kaşifler.Mallacoota şehrinde, koy kıyısında önce arabanın midesini dolduruyoruz.Sonra Tai yemeği yapan bir kafede vejeteryan yer fıstıklı noodle siparişi veriyoruz.Pek taze değil galiba.Yemek pişedursun başka bir şeyler bulabilir miyiz yiyecek.Her yer kapalı.Köşede küçük bir takeaway çin lokantası.Peki sizin tavukları da biraz gıdıklayalım.Bol marullu noodle çorbaları da portföyümüze kattıktan sonra, yağmur,fırtına demedik.Nadgee State Forest içinden geçen yoldan ulaştık Safir Sahillerindeki “Cennet” şehrine.Nasıl diyor siz Fransızlar “Eden”miydi cennetin adı?”Katil Balina” müzesinin yanında, Okyanus manzaralı bir motel.Dev dalgalar eşlik edecek rüyalarımıza.Bir kaç iltifat ve sevimli bir pazarlık sonucu 70$dan 55$’a indirdik geceliğini otelin.Yeni fırından çıkmış tarçınlı Alman kurabiyesi, ikramımız iltifat karşılığı.İncir,fıstık,elma dolu hediye poşeti de kapı koluna asılmış .


“Avustralya’da gece safarileri pek bir hoş olur”,dedik. Ben Boyd National Park 11 km mesafede. Hiç durur muyuz! Şehirdeki Bi-La marketten, alın fenerlerimize yedek pil aldık.Bir de büyük ekmek bıçağı.”Gece vakti.Dost var.Düşman var.”, diyerek çıktık gece safarisine.11km.GPS’in azizliği sebebiyle ters yöne gidince biraz uzadı.Mount Imlay National Parkının girişinde, keseli gruptan bir küçük hayvan bizi beklemekte.Saat 20 civarı şehre yakın Ben Boyd National  Parkta ormanlık bölgenin sahil kenarındaki en uç noktasındayız.Birkaç valabi denen bu bölgeye özgü küçük kanguru geçti yanımızdan.Yaşasın!Görüntü almayı da başardık.Birkaç tur daha attıktan sonra motele dönüyoruz.Market kapanmadan aldığımız ekmek bıçağını da iade ettik.”Almaktan vazgeçtik.”, diyerek.Kullanmamıza gerek kalmadı çok şükür.Hayat ne keyifli!Dolce Vita, Mama Mia!



23.08.2008: Kuşsütü yok kahvaltımızda ama avakado,brezilya fıstığı,ceviz iyi gitti bizim yunan keçi peyniri ve zeytinin yanında.Üzümlü kızarmış ekmek de afiyetle indi midelere.Yağmur dindi gibi.Eden şehri safir sahillerini, bir de gün ışığında görelim.Okyanus kumları bir başka.Broadwater State Forest içinden Pambula şehrine ulaştık.Tahta köprüler.Okyanus lagün olmuş Pambula Lake adıyla. 


Bir sonraki şehir 20 dakika mesafedeki Merimbula. Falez kıyısında dev dalgalar ve geniş safir sahilleri ve okyanusun içerilere girdiği Merimbula Lake ile çok güzel bir şehir. Çok uzun ağaçlar görüyoruz. Sulak topraklar ne de olsa!Merimbula’dan Tathra şehrine, Bournda National Park içindeki ormanlık yoldan gidiyoruz. Dev termit karınca yuvaları ilgimizi çekti.
Birbirine çok yakın safir sahillerinden Bega’ya 20 km.de Mimosa Rocks National Park’tayız şimdi. Park; okaliptus ormanları ve fundalıklar ile sahil bölümünde Nelson lagünü ve Nelson deresi üzerinde su kuşları ile göçmen kuşlara habitat sağlayan 25.000 yıllık bir aborjin bölgesi.


Narooma sahil kentinde küçük bir ihtiyaç molası. Şehirden 1 saat yolculuk sonunda Eurubodalla National Park üzerinden Deua National Park’a geçtik.Deua River ve dev eğrelti otları ile muhteşem bir doğa.Kamp yapılan Bakers Flat  bölgesinde  barbekü yapılması için hazırlanmış ateş sıçramasını engelleyen mangal, ne iyi düşünülmüş!Ormanda bir-iki saat geziniyoruz.


Saat 14:40 gibi Batemans Bay’dayız.Okyanus,lagün,dere ve göller.Yatlar oldukça modern.Balina izleme turları hafta sonu başlıyormuş. Bir hafta erken gelmişiz maalesef. Balıkçılıkla uğraşan ve denize girenler için okyanus balıkları uyarı ve bilgi levhaları.Okyanusun kenarındayız ya, elbette yemeğimiz de okyanustan olacak.Marketten aldığımız 3 litrelik portakal suyumuz fish&cipsten aldığımız ızgara okyanus balığı ile nihayet bitti.Yan kafede motosikletçi bayan,erkek birkaç kişi dışında kimsecikler görünmüyor.Uladulla’ya giderken South Brooman State Forest’a dalmışız.Yağmur,fırtına yok.Güneş çıktı.


Eh milli park krizimiz de tuttu.Ulladulla şehrine 15 dakika mesafede Meroo National Park da yolumuzun üstünde.Aferin şu princess highway’e.Şelalesi,gölü,okyanus sahili,çalılığı “spotted gum”bizde difenbahya imiş(bahtiyar olduk biz de)denen beyaz çiçekli bir cins okaliptus ağacı.Parkta kanguru görmek kısmet oldu gene.Sevimli koalalar nerdesiniz yahu 3500 km.yaptıkHala sizi göremedik.


Ulladulla şehrinde “just hot water”diye aldığımız ikram sıcak suya yaptığımız kahveler, içimizi ısıttı. Tam burjuvayız. Kahve içmeye, bir şehirden diğerine geçiyoruz.


Saatlerimiz 17:30.Hava kararmak üzere.Nowra şehri üzerinden Sydney’den önceki son okyanus şehri Kiama’ya geldik.Tepeler üzerinde,falez,dev bir kumsal, deniz feneri ve ışıl ışıl modern ve şirin bir şehir.Kumsalda ressam günbatımını resmediyor.Biz de dev kaya üzerinden fotoğraflıyoruz şehri.Çam ağaçları,tek katlı bir sıra dizilmiş evlerin önünde pembeli,sarılı,beyazlı rengarenk çiçekler pek şık duruyor.Saat 17:44’te gün batımını geçiriyoruz Kiama’da.”Keşke sadece gün batımını değil birkaç günü de geçirseydik bu güzellikte”, diyeceğiz daha sonra.

Okyanus şehirleri turumuz burada nihayetlendi. Şimdi Sydney’e yol alalım.120 km.var daha. Avustralya demek Sydney demek. O zaman bekle bizi Sydney, geliyoruz sana.

Haki Engin    ( ANDOSP )
Ebru OZAGCA





 




Tasarım: Studio Martin